Eskişehir'in Mihalgazi ve Tepebaşı ilçelerinde hayata geçirilmesi planlanan altın-gümüş madeni projesi, son günlerde bir kez daha bölge halkının ve çevre savunucularının gündemine oturdu. Yerel seçimler öncesi rafa kaldırılan projenin yeniden canlandırılma girişimleri, bölgede haklı bir tedirginlik yaratıyor.
CHP Eskişehir Milletvekili Dr. Jale Nur Süllü'nün bölgede yaptığı incelemelerde ortaya çıkan tablo, projenin sadece ekonomik değil, aynı zamanda ekolojik ve sosyal boyutlarını da gözler önüne seriyor. Ünlü bir holding tarafından bölgede başlatılan girişimler, vatandaşların tepkisiyle karşılaşırken, ortaya çıkan manzara ‘kalkınma’ adı altında doğanın ve yerel yaşamın feda edilmesi tehlikesini işaret ediyor.
Eskişehir, yıllardır tarımsal üretimi ve termal turizmiyle öne çıkan bir kent. Sakarya Vadisi'nin mikro klima özelliği ile bölge İç Anadolu'nun Çukurova'sı durumunda. Şimdi bu eşsiz ekosistemin, altın ve gümüş uğruna bozulma riski ile karşı karşıya olması, sadece bölge halkını değil, tüm Türkiye'yi ilgilendiren bir mesele.
Projenin savunucuları, madenciliğin ülke ekonomisi için önemini vurgularken, karşı çıkanlar ise doğal yaşam, tarım alanları ve su kaynaklarının korunmasının daha hayati olduğunu belirtiyor. Bu noktada sormamız gereken asıl soru şu: Kısa vadeli ekonomik kazançlar uğruna, geri dönüşü olmayan ekolojik hasarları göze alabilir miyiz?
Jale Nur Süllü şöyle diyor;
“Bu iktidar döneminde ülkenin altı ve üstü talan edildi. Beceriksizliği ile yarattığı cari açık, madenlerle mi kapatılacak? Bedeli çevre tahribatı, doğa talanı olacak ve vatandaşımıza ödetilecek. Mikro klima iklimi ile İç Anadolu’nun Çukurova’sı bölgemizin bu bedeli ödemesini kabul edemeyiz. İkim krizinin yaşandığı bir ortamda en önemli yutak alanlarımız ormanlarımız yok olacak, su kaynakları, doğal yaşam, yaban hayatı, endemik bitkiler yok olurken; tarım alanları ve seralar da büyük tehdit altında kalacak, canlı sağlığı riske girecek”
Eskişehir Kent Konseyi Başkanı Ahmet Kapanoğlu'nun da belirttiği gibi, doğaya zarar vermeden yapılan madenciliğe karşı çıkmak söz konusu değil. Ancak Türkiye'nin dört bir yanında gördüğümüz örnekler, bu tür projelerin çoğu zaman geri dönüşü olmayan çevre felaketlerine yol açtığını gösteriyor.
Üstelik mesele sadece doğal çevre ile sınırlı değil. Bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetleri de bu projeden doğrudan etkilenecek. Siyanür kullanımının yeraltı sularına karışma riski, sadece bugünün değil, gelecek nesillerin de sağlığını tehdit ediyor.
Eskişehir halkı, daha önce termik santral ve kömür santrali gibi projelere karşı verdiği mücadelelerde başarılı oldu. Şimdi yine benzer bir mücadelenin eşiğindeyiz. Bu süreçte, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve halkın ortak hareket etmesi, sadece Eskişehir için değil, tüm Türkiye için örnek bir çevre mücadelesi olacaktır.
Altının parıltısına kapılıp, doğanın bize verdiği imkanlara bağlı olarak, tarım, hayvancılık ve insan sağlığı gibi elimizdeki gerçek hazineyi kaybetme lüksümüz yok. Eskişehir'in kıymetini bilmek, onun doğasını, suyunu, toprağını korumaktan geçiyor. Kalkınma adına doğayı feda etmek yerine, doğayla uyumlu, sürdürülebilir bir ekonomik model geliştirmek hem bugünün hem de yarının nesilleri için en doğru seçenek.