Son günlerde Eskişehir'den gelen haberler, bölgenin içinde bulunduğu kuraklık tehlikesini gözler önüne seriyor. Musaözü Göleti'nde su seviyesinin düşmesi ve Çifteler ilçesindeki Sakaryabaşı Nehri'nin kurumaya yüz tutması, sadece bölge halkını değil, geleceğimizi de yakından ilgilendiren bir sorun.
Dün Musaözü Göleti'ni ziyaret etme fırsatım oldu. Gördüğüm manzara karşısında derin bir endişeye kapıldım. Göletin etrafındaki topraklar çatlamış, suların çekildiği yerlerde balçık adacıkları oluşmuştu. Suyun ne kadar azaldığını bizzat şahit oldum. Göletin derinliklerinde eskiden olduğu gibi bereketli bir yaşam belirtisi yoktu.
Bölgedeki çiftçilerle de görüştüm. Hepsinin yüzünde derin bir endişe ve umutsuzluk vardı. "Bu sene mahsul alamayacağız galiba" dedi Mehmet Amca. "30 yıldır bu topraklarda çiftçilik yapıyorum böyle bir kuraklık görmedim. Ekilecek tohumumuz, sulayacak suyumuz yok."
Gerçekten de durum içler acısı. Eğer önlem alınmazsa önümüzdeki yıllar da üretimin dibe vurması ve kıtlık yaşanması kaçınılmaz.
Bu noktada, Çifteler'de dünyaca ünlü piyanist Evgeny Grinko'nun su kaynaklarını koruma çağrısı umut verici bir gelişme. Böylesi önemli bir soruna uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek, ancak sanatın gücüyle mümkün olabilir. Sanatçıların yanı sıra siyasetçilerin, iş insanlarının ve sivil toplum kuruluşlarının da bu mücadeleye destek olması şart.
Peki bizler ne yapabiliriz?
Her şeyden önce israftan kaçınmalıyız. Gereksiz yere muslukları açık bırakmak, uzun duşlar almak, arabaları sürekli yıkamak gibi su tüketimini artıran davranışlardan vazgeçmeliyiz. Tarımda, endüstride ve günlük hayatta su tasarrufu sağlayan teknolojileri desteklemeli ve teşvik etmeliyiz.
Ancak, asıl önemli olan zihinsel bir dönüşüm yaşamamız. Doğayı sınırsız bir kaynak olarak değil, geleceğe emanet edilmiş bir hazine olarak görmeliyiz. Çocuklarımıza da bu bilinçle yetiştirmeli, onlara doğa sevgisini ve çevre duyarlılığını küçük yaşta aşılamalıyız.
Eskişehir'deki kuraklık, sadece bölgesel bir sorun değil, küresel iklim krizinin bir yansıması. Dünyanın dört bir yanında benzer felaketler yaşanıyor. Avustralya'da orman yangınları, Kaliforniya'da seller, Arktik'te buzulların erimesi... Hepsi birbiriyle bağlantılı ve hepsi bizi bekleyen kaderden bir kesit.
O halde vakit kaybetmeden harekete geçmeli, kişisel ve toplumsal olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz.
Suyumuzu, toprağımızı, havamızı; kısacası hayatımızı korumak için radikal değişimlere ihtiyacımız var. Bunu başarabilirsek, sadece Eskişehir değil tüm dünya için umut dolu bir gelecek mümkün olabilir.